32 bin 630 sayfada rejimin hukukla imtihanı

img

ANKARA - Kobane Davası’nda verilen cezaların 32 bin 630 sayfalık gerekçeli kararı, HDP’yi somut delilden yoksun ve siyasi niyet okumaya dayalı bir “kolektif suç” kurgusuyla hedef aldı.

Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi, Kobane Kumpas Davası'nda, 36 siyasetçi hakkında 16 Mayıs 2024'te açıkladığı mahkumiyet kararlarının gerekçesini tam 1 yıl 1 ay 10 gün sonra 32 bin 630 sayfayla açıkladı.Aralarında Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile HDP MYK üyelerinin de olduğu siyasetçiler hakkında açıklanan gerekçeli kararda, “6-8 Ekim 2014 tarihlerinde, DAİŞ’in Kobanê'yi işgal saldırılarının arttığı bir anda, HDP Merkez Yürütme Kurulu'nun (MYK) resmi Twitter hesabından yaptığı ‘halklarımıza acil çağrı’nın, Türkiye'nin 35 farklı ilinde meydana gelen tüm şiddet olaylarının, yağmaların, yaralanmaların ve 37 yurttaşın hayatını kaybetmesinin tek ve mutlak azmettiricisi olduğu” ileri sürüldü.
 
'HUKUKİ KURGU' YARATMAK
 
Mahkeme, bu iddiayı temellendirmek için kararın yüzlerce sayfasını PKK'nin tarihçesine, KCK'nin şemalarına ve "demokratik özerklik" kavramının analizine ayırdı. Kararda, bu uzun anlatılarla, yasal bir zeminde faaliyet gösteren HDP'nin kimliği ise eritilerek, PKK/KCK'nin bir "aparatı" olduğu algısı yaratılmaya çalışıldı. Ancak bu durum ceza hukukunun olmazsa olmaz şartı olan "fiil ile fail arasındaki somut, doğrudan ve şüpheye yer bırakmayacak nedensellik (illiyet) bağı"nı kurmaktan uzak kaldı. Mahkeme, bu bağı kuramadığı her kritik eşikte, ceza hukukunda yeri olmayan, son derece esnek ve keyfi yoruma açık "soyut tehlike", "sanıkların örgütle olan organik bağı", "eylemlerindeki süreklilik ve yoğunluk" ve "çağrının toplumda yarattığı genel atmosfer" gibi kavramlarla karar kurmaya çabaladı.
 
Siyasetçi Ali Ürküt'ün gerekçeli kararında da yer edinen savunmasında belirttiği gibi, "Bir tek soru sormamışsınız be başkan. Sonra diyeceksiniz ki biz gereğini yaptık, biz karar vereceğiz" sözleri, 32 bin 630 sayfanın özeti.
 
KURULAMAYAN İLLİYET BAĞI
 
Gerekçeli kararda HDP MYK'sının çağrısı ile Türkiye Kürdistan genelinde yaşanan şiddet olayları ve özellikle ölümler arasında doğrudan bir nedensellik bağı kuramaması dikkat çekiyor. Kararda incelemeye alınan 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylara dair, birçok ölümün failinin "meçhul" olduğu, bazılarının kolluk kuvvetlerinin kullandığı orantısız güç ve açtığı ateş sonucu, önemli bir kısmının ise HÜDA-PAR'lı gruplarla yaşanan karşılıklı çatışmalar neticesinde meydana geldiği mahkeme heyeti tarafından da kabul edildi.
 
TALİMATA DAİR SOMUT DELİL YOK
 
Buna rağmen olaylarda 37 ölümün 12'sinin HDP'li/YDG-H'li, 10'unun faili meçhul, 9'unun HÜDA-PAR'lı olduğu, 5 kişinin ise kolluk güçleri tarafından öldürüldüğü bilgisini görmezden gelen mahkeme heyeti, tüm ölümlerin sorumluluğunu, HDP MYK'ye yıkma yolunu seçti. Mahkeme, davanın en çok istismar edilen olayı olan Yasin Börü’nün öldürülmesine ilişkin bölümde; Ankara'da MYK toplantısında bulunan “sanıkların” bu spesifik olayı azmettirdiğine veya bu kişilerin öldürülmesi yönünde doğrudan bir talimat verdiğine ilişkin tek bir somut delil, bir telefon görüşmesi, bir tanık beyanı dahi ortaya koyamadı. Kararda, bunun yerine siyasetçilerin çağrısının toplumda yarattığı "kaos ve anarşi atmosferi"nin, bu tür elim olaylara "zemin hazırladığı" iddiası yer aldı.
 
Mahkeme somut delil olmamasına rağmen ceza hukukunun "doğrudan nedensellik" ve "fiilin şahsiliği" gibi ilkelerinin görmezden gelindiği kararda, farklı failler tarafından, farklı motivasyonlarla, 35 farklı şehirde işlenen yüzlerce farklı suçun (mala zarar verme, hırsızlık, yaralama, öldürme) tüm sorumluluğu, bir "kolektif suç" mantığıyla, tek bir tweet nedeniyle HDP MYK'sına yüklendi.
 
MAHKUMİYETLER
 
Mahkumiyet hükümlerinin temel dayanakları ise duruşmalarda defalarca çelişkileri ortaya konulan "gizli tanıklar" oldu. Buna karşın mahkeme heyeti, şaibeli beyanları "itibar edilebilir delil" sayarak hükmünün temel taşı yaptı. Davanın en önemli tanığı olarak sunulan gizli tanık "Ulaş", birçok sanığın "örgüt talimatıyla" hareket ettiğini, MYK toplantısının bu talimatla yapıldığını ve olayların bu çerçevede geliştiğini iddia etti. Aynı tanık, mahkeme huzurunda yapılan çapraz sorgulamalarda, 6-8 Ekim olaylarına ve söz konusu MYK toplantısının içeriğine dair "doğrudan görgüsünün olmadığını", ifadelerinin tamamen "duyumlara ve daha sonra kendisine yapılan anlatımlara" dayandığını açıkça itiraf etti. Gerekçeli kararda, avukatların, "Görmediğiniz bir toplantı ve tanımadığınız insanlar hakkında nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsunuz?" şeklindeki soruları karşısında verdiği tutarsız yanıtlar da yer alıyor. Mahkeme ise gerekçeli kararında bu büyük çelişkiyi, "tanığın can güvenliği endişesiyle bazı detayları aktarmaktan çekinmesi" ve "olayların üzerinden uzun zaman geçmesi nedeniyle hafızasının yanılabileceği" gibi gerekçelerle meşrulaştırmaya çalıştı.
 
KOPYALA YAPIŞTIR BEYANLAR GEREKÇE YAPILDI
 
Mahkemenin delil olarak kabul ettiği bir diğer kilit tanık ise, daha önce birçok davada "profesyonel iftiracı" olduğu, para karşılığı veya cezadan kurtulmak için ifade verdiği mahkeme kararlarıyla sabitlenmiş Kerem Gökalp. Savunma avukatları, Gökalp'in ifadelerinin Emniyet tarafından kendisine sunulan hazır metinler olduğunu, farklı dosyalardaki beyanlarıyla bu dosyadaki beyanları arasındaki bariz farkları ve çelişkileri belgeleriyle ortaya koydu. Ancak mahkeme, tanığın kopyala-yapıştır beyanlarını, siyasetçilerin mahkumiyetine gerekçe yaptı.
 
Gerekçeli kararda, tanık beyanları, sanıkların yasal ve meşru siyasi faaliyetleriyle (basın açıklamaları, miting konuşmaları, dernek faaliyetleri vb.) "montaj" mantığıyla birleştirilerek bir "suç örgüsü" yaratma yoluna gidildi. Böylece, Anayasal güvence altındaki siyasi faaliyetler, gizli tanıkların "örgüt talimatı" gibi soyut beyanlarıyla birer "terör suçu"na dönüştürüldü.
 
SİYASETÇİLERİN DETAYLI ‘PORTRELERİ’
 
Gerekçeli karardaki, ayrı ayrı hazırlanan "Değerlendirme" bölümleri, her bir siyasetçinin demokratik faaliyetlerinin nasıl suç deliline dönüştürüldüğünü de belgeledi. Demirtaş'a 42 yıl, Yüksekdağ'a ise 30 yıl 3 ay hapis cezası verilen gerekçeli kararın bu bölümünde, her iki eşbaşkanın da barış ve çözüm süreci boyunca yaptıkları konuşmalar, Meclis'teki faaliyetleri, DAİŞ’e karşı kamuoyunu duyarlılığa davet eden çağrıları birer suç delili olarak dosyaya konuldu. Kararda, Demirtaş için "kendi iradesini örgüte teslim ettiği", Yüksekdağ için ise "terör örgütünün direktiflerini yerine getirdiği" gibi iddialara yer verilmesi dikkat çekti.
 
AİHM KARARI GEÇİŞTİRİLDİ
 
Yüksekdağ'ın bir konuşmasında yer alan "Sırtımızı YPG'ye, YPJ'ye yaslıyoruz" ifadesi, DAİŞ’e karşı verilen mücadeleye bir siyasi destek olarak değil, "örgüt propagandası" ve "örgütle organik bağın" itirafı olarak yorumlandı. Yüksekdağ, savunmasında bu sözlerin, o dönemde tüm dünyanın desteklediği, DAİŞ’e karşı savaşan güçlere yönelik bir dayanışma mesajı olduğunu defalarca vurgulamıştı. Demirtaş'ın ise AİHM Büyük Dairesi tarafından hakkında verilen ve tutukluluğunun siyasi olduğunu (Sözleşme'nin 18. maddesi ihlali) tescilleyen "derhal serbest bırakılmalı" kararı, gerekçeli kararda birkaç cümleyle geçiştirilerek ve "iç hukuku bağlamayacağı" gibi hukuk dışı bir argümanla yok sayıldı.
 
Kararda, Demirtaş'ın siyasi faaliyetleri, "örgütle organik bağını devam ettirmesi" olarak yorumlanırken, siyasi söylemleri örgütün nihai amacını benimsediği şeklinde değerlendirildi. Öte yandan partisi adına yaptığı açıklamalar, "örgüt adına hareket etme" olarak nitelendirilen Demirtaş hakkında, "iradesini örgüte teslim ettiği" şeklinde bir sonuca bağlandı. Yine demokratik eylem çağrılarının "toplumsal olayları kışkırtma" olarak damgalandığı kararda, kendisine yönelik yargılamayı "siyasi" olarak nitelemesi ve savunma stratejisi, suç delili sayıldı.
 
Gerekçeli kararda, Demans hastası Aysel Tuğluk'a ayrılan bölümler de dikkat çekti. Savunma yapma ehliyetini tamamen yitirdiği, kendi avukatlarını dahi tanıyamadığı, cümle kurmakta zorlandığı Adli Tıp Kurumu raporları ve avukat beyanlarıyla sabit olmasına rağmen, savunması zorla alınmaya çalışılan Tuğluk hakkında "örgüt üyeliğinden" 12 yıl hapis cezası verildi. Duruşma tutanaklarına yansıyan ve Gültan Kışanak'ın, Tuğluk'un sorgusu sırasında, "Utanmıyor musunuz böyle bir insanı sorgulamaya? Müvekkil, avukatını tanımayan bir insanı sorgulamaya utanmıyor musunuz? Ne söylediğinizi anlamıyor" diyerek tepki gösterdiği o anlar da gerekçeli kararda yer aldı.
 
İŞTİRAK DELİLLENDİRİLEMEDİ
 
MYK üyesi siyasetçilerin, HDP çağrısına karar verilen MYK toplantısına katılmaları veya katılmasalar dahi partinin karar mekanizmasında yer almaları, mahkeme tarafından binlerce "araç suçtan" sorumlu tutulmaları için yeterli görüldü. Siyasetçilerin bireysel olarak hangi suça, hangi eylemle, nasıl iştirak ettikleri somut delillerle ortaya konulamadı. "Tümdengelim" mantığıyla işleyen yargılamada, önce "HDP MYK'sı suçludur" kararı verildi.
Mahkeme, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki söz ve düşüncelerinden sorumlu tutulamayacağını güvence altına alınmasına rağmen; "Meclis kürsüsü dışındaki tekrar niteliğinde olmayan eylemler" bir yorumla yasama sorumsuzluğunu fiilen ortadan kaldırdı.
 
AİHM VE AYM KARARLARI
 
Mahkeme birçok kişiyle ilgili olarak AİHM'nin ve Anayasa Mahkemesi'nin daha önce verdiği, davanın temelini oluşturan iddialara ve tutukluluklara ilişkin emsal niteliğindeki ihlal kararlarını sistematik olarak görmezden geldi. Gerekçeli kararda bu kararlara ya hiç değinilmedi ya da "iç hukuku bağlamadığı" ve Anayasa'nın 90’ıncı maddesine aykırı olduğu gerekçeleriyle geçiştirdi.
 
KOLEKTİF SUÇ VE CEZA İLKESİNİN DAYATILMASI
 
“Suç ve cezanın şahsiliği" ilkesi, gerekçeli kararda “rafa kaldırılan” bir diğer ilke oldu. Kararda, Bir partinin MYK üyesi olmak, o partinin attığı bir tweet nedeniyle, ülkenin dört bir yanında kimin işlediği dahi belli olmayan yüzlerce suçtan dolayı "birlikte fail" olarak sorumlu tutulmak için yeterli görülmesi dikkat çekti.
 
KARARIN DİLİ
 
Kararın dili, tarafsız bir yargı metninden çok, siyasi bir polemik metnini andırdı. "Sözde", "bölücü terör örgütü", "örgütün siyasi uzantısı" gibi ifadelerin, bir delili değerlendirirken değil, bir siyasi partiyi ve onun üyelerini tanımlarken sıkça kullanılması, mahkeme heyetinin davaya başından itibaren nasıl bir önyargıyla yaklaştığını ve tarafsızlığını tamamen yitirdiğini ortaya koydu.
 
MA / Fırat Can Arslan