Haydar Ergül: Toplumsal sosyalizm özgürlüğe götürür 2025-06-26 09:24:59 AMED - Abdullah Öcalan’ın çağrısını ve yankılarını yorumlayan gazeteci Haydar Ergül, Öcalan’ın direnerek demokratik toplumu kurmayı savunduğunu belirterek “Kürtler tarihin en önemli dönemini yaşıyor. Kendisini değiştirerek, egemenlik altında alan devletleri değiştirecek. Bu devletler değişirse Ortadoğu değişecek” dedi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ardından PKK önce ateşkes sonrasında ise 12’nci kongresini toplayarak kendini feshetti. Kongrenin kararlarıyla birlikte Öcalan’ın kongreye sunduğu 7 maddeden oluşan perspektif de yayınlandı. Çağrı gibi dünya genelinde yankı uyandıran perspektif de tüm kesimler tarafından tartışılıyor.    Çağrı ve perspektif ile birlikte buna dair yürütülen tartışmaları gazeteci, yazar ve Roma'da 50 gün boyunca Öcalan ile kalan ardından da 29 Ekim 1999’da İkinci Barış Grubu olarak Türkiye’ye gelen Haydar Ergül ile konuştuk.    *Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat'ta yaptığı çağrıyla birlikte yeni bir süreç başladı. O tarihten bu yana PKK’nin ateşkes ve fesih kararı, İran-İsrail savaşına kadar birçok gelişme yaşandı. Tüm bu yaşananlar ışığında baktığımızda çağrının önemi nedir?      Abdullah Öcalan özellikle duygu dünyasını, düşünce dünyasını, muhakeme dünyasını, analiz, çözümleme yapan gücünü sürekli arttırıyor. Abdullah Öcalan'ın gücünü görmek gerekir. Abdullah Öcalan mutlak iletişimsizlik altında olsa bile örgütü, Kürt toplumu üzerinde etkisini kaybetmiyor, sürekli büyütüyor.   Şimdi 27 Şubat’ta “Barış ve Demokrasi Toplum Çağrısı”nın bazı sonuçları var. Bence en önemli sonucu şuydu; Bilindiği gibi, PKK Kurucu Önderi Abdullah Öcalan hem tutsaklık dönemi, devletler arası bir komployla Türkiye'ye teslim edilmesi ve İmralı Ada Cezaevi'nde ya da zindanında 26 yılı geride bırakmış, 27’nci yıla girmişti. Son 10 yıldır çökertme hareketiyle özellikle Abdullah Öcalan'ın üzerine çok büyük tecrit uyguladı. Mutlak tecrit, mutlak iletişimsizlik uygulandı. Abdullah Öcalan'ı kimsenin dinlemeyeceği, etkisinin kalmadığı hesaplanıyordu. Öcalan’ın aslında uzun dönemde onun duygu, düşünce, muhakeme gücü, zihniyet gücünün bozulacağı hesaplanıyordu. Yani salt örgütüyle, toplumuyla, halkıyla ilişkisini fiziken, fiilen koparmak tek başına sonuç yaratmıyor ama en önemli sonuç tek başına bir hücrede tutuluyor. Ve bu hücrede mukayese gücünü yitirir. O tecridin bir de bu özelliği var. Biraz normalin üstünde bir kişilik bile burada bir yıl sürmez çıldırır. Zaten hedeflenen de buydu. 2013 -2015 arası bir diyalog sürecinde şu gözüktü; Abdullah Öcalan özellikle duygu dünyasını, düşünce dünyasını, muhakeme dünyasını, analiz, çözümleme yapan gücünü sürekli arttırıyor. Abdullah Öcalan'ın gücünü görmek gerekir. Abdullah Öcalan mutlak iletişimsizlik altında olsa bile örgütü, Kürt toplumu üzerinde etkisini kaybetmiyor, sürekli büyütüyor.   Bunun sırrı nedir?   Özellikle bu sürece yaklaşan dost ya da Kürtlerin dostu ya da karşıtları, düşmanları, Öcalan'ın bu gücünü görmek durumundadır. Bunun en basiti “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nda var. Ve daha sonra PKK'nin fesih kongresi olan 12. kongreye sunulan perspektif metninde görüyoruz. Çok berrak, çok derinleşmiş ve her şeyi çok net görebilen, çözümleyebilen, mukayese gücü, potansiyeli sürekli açığa çıkaran aslında tarihsel bir kişilikle karşı karşıyayız. Bir kere Öcalan'ın bu gücünün altını çizmek lazım. Abdullah Öcalan'ı değerlendiren dost, düşman çevreler bu gerçeği görerek söz kursunlar. Son 100 yıldır Kürtleri yok sayan bir dünya sisteminden, o dünya sisteminin hukukunu, nizamını oluşturan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Öcalan'ın bu çağrısını selamlıyor. Bölgede önemli pozitif gelişmeler yarattığını söylüyor. Bu bile ciddi bir durum. Uluslararası komplonun sürdürülmesinde, yani 1998 yılı 9 Ekim'le birlikte bizzat komployu yöneten dönemin Amerikan Devlet Başkanı Bill Clinton'un oturduğu Beyaz Saray Abdullah Öcalan'ın bu çağrısını selamlıyor. Burada sormak gerekir, nereden nereye? Adaya koydular, orada bitecekti ama 26 küsur yıl sonra bizzat komployu düzenleyenler, onun parlak çözümleyici gücü ve Kürt toplumunun ve örgütü üzerinde yarattığı etkiyi, bölgedeki etkilerini görerek -bölge İkinci Dünya Savaşı'nın en derinleşmiş halini yaşıyor- bu koşullarda ne yapıyor? Selamlıyor, acaba neden?     Üçünü Dünya Savaşı'nın en derinleşmiş hali olarak İsrail-İran Savaşı’nı kast ediyorsunuz. Bu savaşın Türkiye'de şu an devam eden ve Abdullah Öcalan’ın başlattığı sürece etkisi ne olacak? Bir kez daha hem çağrı hem de PKK Kongresi'ne sunulan perspektifle birlikte bir çözüm önerisi sunuldu. Bugüne kadar adım atmayan iktidar ve devlet, bu savaş halinden nasıl etkilenecek, nasıl gerçekleşecek?       Öcalan da belirtiyor; Ortadoğu ya İsrail'in güvenliğini esas olan, İsrail'in otoritesini kabul eden biçimde kurulacak ya da demokratik toplum gerçekleşecek. İki çizgi var. Bu noktaya geldik.   7 Ekim 2023'te, Gazze-İsrail arasında başlayan kapışma, sonraki süreçte aslında bölge düzlemini tümden değiştirdi. Mevcut durumda İsrail bölgenin en hegemon gücüne doğru ilerliyor. Hem tehlike içeriyor, farklı sonuçlar da getiriyor. Bazıları bunu anlamıyor. İran'ın dışarıdaki bütün kollarını büyük oranda kesti. Bunların başında Hamas gelir, Hizbullah gelir. Irak'ta Haşdi Şabi gelir. Yemen'deki Husiler gelir. Şimdi İran'ı sıkıştırıyor. İran-İsrail kapışması ne olacak? İran ya teslim olacak ya değişecek. Çünkü İran'a karşı savaşan tek İsrail değil. İsrail'in arkasında NATO, ABD var. Şu gerçeği bilmek lazım. ABD'nin eski gücü kalmamıştır, soğuk savaş yılları ama ABD hala askeri, ekonomik, siyasal etki gücü anlamında dünyanın en etkili vuruşuna, yıkıcı vuruşuna sahip olan tek ülkedir. Rusya’nın Ortadoğu’daki iddialarını bitirdi. Zaten Öcalan da belirtiyor; Ortadoğu ya İsrail'in güvenliğini esas olan, İsrail'in otoritesini kabul eden biçimde kurulacak ya da demokratik toplum gerçekleşecek. İki çizgi var. Bu noktaya geldik. 27 Şubat'daki çağrısının da iki ayağı var. Bir başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu'daki ulus devletlere çağrıdır, ‘Anlayın artık, beni içeride tutmakla bitiremezsiniz. Ve ben böyle etkileyiciyim’. Nitekim PKK kongresinden sonra Beyaz Saray ve Trump açıklama yapıyor; ‘Umarım Türkiye Suriye'deki ‘dostlarımıza’ dokunmaz’ diyor. Bu ne anlama geliyor? Düşünsün herkes.    Zaten Öcalan da şunu diyor; ‘Eğer çözmezsen; Kuzeydoğu Suriye'deki güçler, demokratik özerk güçler İsrail'in etkisine girer.’ Dolayısıyla Türkiye bunu görmeli, zaten Bahçeli bunu biraz hissediyor. İran'la çatışma başlayınca hemen yeniden çağırı yapıyor, ‘Adım atın’ diyor.    Ama Türkiye'de iki eğilim var. Bir eğilim hala bu fırsatları değerlendirerek, daha çok bu AKP’de bir eğilimdir. Yeniden bölgenin hegemon gücü ben olurum gibi bir yaklaşım var. Fakat hayat öyle akmayacak. İsrail-İran kapışması, ikisi de gerici hegemon olmak isteyen güçlerdir. İran her gün çok sayıda insanı darağacına götürüyor. Bazıları bunu savunuyor. İran'la siyonizm arasında ciddi bir fark yok. Bu gerçeği görelim. Çözüm Öcalan'ın yaptığı çağrıdır. Demokratik toplum çağrısıdır. Bu giderek devlet ve iktidarı anlamsızlaştıran yeni bir toplumsal modeldir. Yeni bir ideolojik modeldir. Kaynağını tarihten alır. Böyle bir durum var. Böyle bir sürece girdik. İran-İsrail kapışması sürüyor. Nasıl sonuçlar? İran teslim olur mu? Bir ihtimal teslim olursa yine yaşam şansı zayıflar. Ama ya da İran kendi içinde bir köklü değişime uğrama ihtimali de vardır. Süre seçenek var. Bu süreç içinde hala devam ediyor.    Türkiye'de bir eğilim var. İran düşerse, değişirse Türkiye'de durum daha yüksek çünkü İran'daki sorunlar Türkiye'ye yansıyacak. Şu gerçeği görelim. İran'daki bir değişim, İran'daki Kürt dinamiği Rojava'yı kat be kat aşan bir sonuç yaratır. Bu görülüyor yani bir bilimsel tespittir. Bunun hatta ilk sonuçları işte gerçekleşen “Jin, jiyan, azadî” serhildanının İran genelinde yayılması bunu gösteriyor. Burada bütün idamlara rağmen bu devam ediyor. Dolayısıyla orada Kürt dinamiğinin merkezinde olduğu özgürlük eğilimi İran'da etkili olma gücü Suriye'yi kat be kat aşar. Dolayısıyla Bahçeli bunu fark etti. MHP aslında Türk ulus devlet prototipidir. Tehlikeyi görüyor. Türkiye'de şu slogan çok tanınmaktadır. “Söz konusu devlet ise gerisi teferruattır.” Şimdi bunu gerçek anlamda yaşayan aslında MHP'dir. MHP normal bir parti değil. İktidara gelmek amacı yok. Daha çok Türk ulus devletini korumaktır. Kendiyle gelişen bir uluslaşma demektir. Mesela Avrupa'da gelişen kapitalizm koşullarında uluslaşmanın giderek, burjuva öncülüğü ulus devletler kurması biçimindedir.    Türk uluslaşması çok yönüyle Osmanlı Devleti'nde aydın, bürokrat ve askerlerin ittifakıyla onların milliyetçi hareketleri, ulus devletler oldu. Oradan etkilendi, işte Türkçülük oradan başladı. Ama öncesi 1840’lara gider. Fransa-Osmanlı ilişkisine dayanır. Şimdi buradan bakınca tepeden oluşmuş güçsüzlüktür. MHP buradan çıkar. Bu yapıdan çıkar. Devlet giderse Türklük gider korkusunu, endişesini yaşayan bir akıldır. Ortadoğu'da özellikle dikkat edin, Kürdistan'ı egemenlik altında tutanlar karma karışık değil mi? Suriye'dir, Irak'tır, İran'dır. Sonrası ne olur ya? İşte Bahçeli bunu hissediyor. Zaten ilk adımı atan Bahçeli olması bununla ilgilidir. Bahçeli örneğin Şam'ın düşeceğini öngördü. O yüzden 1 Ekim'de Meclis’te tokalaşma ile işi başlattı. Niye? Çünkü söz konusu devletse diğeri teferruattı. Bazıları anlamıyor. İşte oy kaybediyor, şöyle oluyor. MHP için oy kaybetme önemli değil, devlet gidiyor. Bunun için Kürtlerin bazı haklarını kabul ederek, Kürtlerin başkaları tarafından “kullanılmasının” önüne geçmektir. Abdullah Öcalan; “ İsrail bak şey yapar” diyor. O yüzden bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinden Bahçeli bahsediyor. 27 Şubat aslında bölgeyi savaş çatışma ortamından çıkarıp, yönünü demokrasiye ve özgürlüğe, özgür topluma yönlendirme hareketidir. Herkes Öcalan’ı anlamalıdır. Anlamayanı tarih çok kötü çarpar.       27 Şubat’ta “Barış ve Demokratik Toplum çağrısı” yapıldı ve buna uygun bir şekillenme, buna uygun adımlar, kararlar peş peşe geldi. Ama bunun karşısında da işte “Terörsüz Türkiye” kavramıyla ilerleyen iktidar var. Buradaki taraflar nasıl bir araya gelecek?  Demokratik toplumda buluşma ve bununla birlikte barışın sağlanması nasıl mümkün olacak?    Ortadoğu’daki tarihsel sürece dair bir iki vurgu yaparsak; Devletçi uygarlık, hiçbir zaman karşıt muhalifleriyle masaya oturup sorun çözmez. İstisnaları olabilir. Ama genel eğilim budur. Genel doğrudur. İşte en son Osmanlı İmparatorluğu'na bakalım. Koskoca İmparatorluk hep savaştı, karşısında gelişenler var. İşte en son Balkan Savaşları, 1912'de bitti. Onlara da “teröristtir” diyorlardı, hepsi devlet oldu. Herkes bilir. O zaman da onlar devletti ama Osmanlı Devleti oturup onlarla bir anlaşma yapmadı. Yapsaydı Osmanlı Devleti bugün yaşar mıydı? Evet, yaşayabilirdi. En azından kapitalist halinde modern bir devlete dönüşebilirdi. Halklar da bu kadar eziyet çekmemiş olabilirdi. Ortadoğu bu kadar parçalanmamış olabilirdi. Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulus Devleti, Osmanlı kültür geleneğini devraldı. Şimdi modern “terör” kavram geliştirildi “terörist” diyorlar. Onunla etiketliyor, artık görüşmüyor. Böyle bir gelenek var. Ki nitekim 93'ten beri -Özal dönemi belki biraz farklı değerlendirilir- Abdullah Öcalan, müzakere yapma, diyalog kurmayı hep denedi. Tek taraflı ateşkes süreci, en son 2013-15 arası 2-3 yıl yayılan bir süreçtir. Fakat olmuyor. Osmanlı geleneği, teslim almak istiyor. Bu eğilim çözüme gelmiyor.    Bir de kendi örgütüne çağrı yapıyor. “Bunu denesin” diyor. Konjonktür özgürleşmeye müsait. 2. Dünya Savaşı'nın çok uzun yıllardır yoğunlaştığı coğrafya, yukarı Mezopotamya’da yani dört parça Kürdistan merkezde yer alıyor. O anlamda stratejik önemi de artmıştı. Diğer parçalarda gelişme oldukça devlet Türkiye'de adım atmak zorundadır. Dikkat edersen adeta şu bir adım ben atarım, bir adım sen at. Gerekse özgürlük hareketi beş adım atar, sen bir adım at. Bazı adımlar atıldı mı? Evet, atıldı. Nedir bu atılan adımlar? İşte basına yansıdı. Hepimiz oralarda okuduk. Abdullah Öcalan 12. Kongrenin toplanmasında, fesih kararı alınmasında doğrudan ilişkiye girdiğini yansıttı. Nasıl oldu cezaevinde olan bir insanın işi mi bu? Demek ki bir şeyler oldu. Yine 21 sayfalık perspektif yayınlandı. Bu o adadan gitti. Şimdi hal böyle olunca, düşün burada bir konferans yapıyor. Demek ki bazı şeyler kıpırdıyor. Ama bunlar tatminkâr mı, hayır değil. Örneğin çözüme dönük bir adım yok. Örneğin 10. Yargı Paketi Meclis’ten geçti. Hasta tutsaklar dahi o pakete konulmadı. Benim naçizane çağrım, düşüncem Türkiye Devleti gerçekten bin yıllık Türk-Kürt ilişkisini güncelleyerek, hızlı adım atarsa, Türkiye toplumu da kazanır. Kürt toplumu da kazanır. Türkiye'de yaşayan çeşitli farklılıklar, inanç farklılıkları, etnik farklılıklar da kazanır ve dünyaya yumuşak güç olarak örnek olur ve dünyayı değişime uğrar. İsrail siyonizminin saldırganlığını da frenleyebilir.    *Abdullah Öcalan'ın PKK Kongresi'ne gönderdiği perspektifin ana başlığında “Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak” tanımlaması yapılıyor. Bu süreci neden bir son ve başlangıç olarak ele alıyor. Neden bir tarihsel aşama olarak değerlendiriyor?    PKK’nin doğuş koşulları 1970'lerde başlar. Ben o dönem devrimci sola, sosyalizme ilgi duyardım. Abdullah Öcalan “Kürdistan sömürgedir” dediği zaman öyle anlaşılıyor ki ben lise son sınıf öğrencisiyim. Ama o sene 70'de bitiriyorum. Üniversiteye adım atıyorum. Hala Türkiye'de de sıkıyönetim var. 12 Mart sonrası, 73'te seçimler olmuş. Mesela ben üniversiteye girerken, Bülent Ecevit başbakan, 1. parti olmuş. Erbakan yardımcısıdır. Erbakan'ın partisinin Milli Selamet Partisi’ydi. Hiç unutmam. Amblem anahtardı, büyük bir anahtar. Hep diyor; “Anahtar bende. Kilidi ben açarım.” Yani o süreci bizzat yaşayan biriydim. O dönem soğuk savaş yıllarıydı. PKK, 1978'de kuruldu. Ama PKK biraz neye göre kurulur? Daha çok Sovyet devriminin örgüt modeli, yani parti modeli, Sovyetler Birliği Komünüst Partisi modeli biraz daha, anti-sömürgeci mücadeleler, ulusal kurtuluş hareketleri işte Vietnam'dır, Kamboçya'dır, Laos'tur, Çin devrimidir. Afrika'da ulusal kurtuluş hareketleri, işte Latin Amerika'da özellikle Küba devrimi... Gerilla hareketleri ve benzeri böyle bir orta bir grup var. Soğuk savaş yılları, Doğu-Batı kutuplaşması var. PKK o noktada gelişir. Bilinen tarihtir. Ve orada şunu söylüyor; “Kürt sorunu vardır.” O yıllarda inkar çok katı uygulanıyor. Kürdün kendi kimliğini reddetmesi… “Kürt var mıdır, yok mudur?” tartışmaların olduğu bir dönemdi. Ben bunları yaşayan biri olarak söylüyorum. Kitaptan falan okumadım. Korkumuzdan biz “Kürt” diyemezdik. Hatta ben bir de Aleviyim, “Alevi” de diyemezdik. Hem Kürt hem Alevi bir de kadın olursa iş tam problem. Benim iki problemim vardı. Şimdi kişisel hikâyeme girmeyeyim ama bu gerçeğin altını vurgulamak lazım. Gelinen aşamada inkârdan, imhadan, yok sayılmaktan, Kürt'ün kendisi kendi kimliğini reddetmekten bugün artık Kürtler kendi toplumsal varlığını açığa çıkarmıştır. PKK bunu gerçekleştirdi. Salt Kürtler kabul etmedi, bir de herkese kabul ettirdi.      Bir vazgeçme yok. Paradigma oradadır. Ve bunu söylüyor; “Öncelikle Kürtler kendi kendini yönetmeli.” Bu yönetim şöyle olur, böyle olur ama bu yönetim komün temelde demokratik toplum olacaktır. Zaten kendisini yönetirse, dilini de geliştirecektir.   Türkiye'de Kürt varlığı var. Kimse artık inkar edemez. Artık Bahçeli de bin yıllık kardeşlikten söz ediyor. Dolayısıyla bu gerçeği görmek lazım. Kürt sorunsallığı da şuna dönüştü. Artık sorun varlık sorunu değil, varlığı bir statüye kavuşturmaktır. Varlığı, statüye kavuşturmadır. Arayış budur. “Kürtler var mı, yok mu?” tartışmaları geride kaldı. “Kürdistan sömürge midir, değil midir?” tartışmaları gerilerde kaldı. Şimdi yeni durum Kürdistan kurulacak, yeni Ortadoğu'da statüsü ne olacak? Kendi kendisini yönetecek mi? Bazıları dil diyor. Evet, dil önemli. Kürtçe önemli. Ama öncelikle kendisini yönetmelidir. Öcalan'ın bu son kongreye sunduğu perspektifte tespit ediyor. Devletin yerine komün. Demokratik toplum derken, aslında biz bunu kabul ettik. Ve bunun için de şunu öneriyor, “5 ciltlik savunmam incelensin, özellikle 5’inci cilt iyi incelensin” diyor. Bir vazgeçme yok. Paradigma oradadır. Ve bunu söylüyor; “Öncelikle Kürtler kendi kendini yönetmeli.” Bu yönetim şöyle olur, böyle olur ama bu yönetim komün temelde demokratik toplum olacaktır. Zaten kendisini yönetirse, dilini de geliştirecektir. Eğitimi de görecektir. Ama önce varlığı statüye kazandırmalı. Varlık statü kazanmazsa, dili de statüye kazandıramazsın. Bu dil hakkını talep etmek, bunun için demokratik hakkı kullanıp, yürüyüş, panel yapmaya engel değil. Bu çalışmalar yürütülüyor, yürütülmeli zaten ama öncelikle varlığı fiilen kabul edilen Kürtlerin varlığını bir statüye kavuşturmaktır.    Öcalan'ın başlattığı sürece dair hem halkların hem uluslararası alanda farklı çevrelerin destekleri de var ama bir taraftan da aslında özelde perspektiften kelime kelime cımbızlanarak bir karşı duruş ve Öcalan'a yönelik kimi zaman da artık seviyeleri de düşüren bir saldırı var. Ne amaçlanıyor, bunu nasıl tanımlıyorsunuz?    Şimdi öncelikle hem bölgesel hem küresel düzeyde hem Türkiye'de olumlu görenler çok. Geçenlerde kamuoyu araştırması oldu. Elbette yüzde 100 objektiftir demek, bu tür kamu araştırmaları doğru olmaz ama bir ölçü veriyor, bir anlayış veriyor. Mesela Türkiye'de mevcut PKK'nin attığı adımlar Abdullah Öcalan'ın çağrılarını ve silahsızlanma, sorunun çözümüne destek yüzde 60 civarında. Bu önemli. Hatırlarsanız, 2013-15 yılları arasında yüzde 70-80'e çıkmıştı. Son 10 yıldır çok kötülendi, ona rağmen destek bu düzeyde. Demek ki çözüm isteyenler çoktur. Demek ki bölgedeki gelişmeleri Türkiye halkı da büyük oranda biraz önce vurguladığım endişeleri yaşıyor. İşte Suriye'deki gelişmeleri, Irak'taki gelişmeler, son İran-İsrail durumu, Lübnan'daki gelişmeler ve demek ki kaygı Türkiye'de çok yaygın. Kürt sorunu çözülmezse, gidişat tehlike, Osmanlı gibi bir sonuç bizi bekleyebilir endişesini yaşayanlar var. Yersiz bir endişe midir? Hayır, değildir.      Saldırmak, küfretmek siyaset değildir. Küfretmek çaresizlerin çaresidir. Küfür edenlere söyleyecek fazla laf yok. Aynı eğilim devam ediyor. Hatta kişilerin isimlerini bile sayabilirim. 52 yıllık mücadeledir. En zor koşullarda, Kürt'ün kendisini Kürt olduğunu reddettiği koşullarda çıkan ve onu kurup bu noktaya taşıyan, 27 yıla yaklaşan esaret koşullarında yaşayan, öncülük eden bir kişi yanılmaz   Kürtler içinde bazı tartışmalar sürüyor tabii ama Kürtler açısından çok ezici kesim (4 parça Kürdistan ve Diaspora) Abdullah Öcalan’a güveniyor, anlamaya da çalışıyor. Anlıyor da… Abdullah Öcalan ilk kez bu tarz adımlar atmadı. İşte ben 1993, birinci ateşkesi hatırlıyorum. O dönem endişe, korku, iç tepki daha fazlaydı. Hatta “Serok bu nereden çıktı, bir-iki sene sonra özgür Kürdistan'ı kuracaktık” diyorlardı. Çünkü serhildanlar dönemiydi. Ama ona rağmen o dönemde Abdullah Öcalan’a güvendi. Bugünkü Kürtlerdeki endişe 93'e göre çok düşük. O dönem bunu aştıktan sonra bu dönem aşılır. Endişeler var. Ben bakıyorum çok rahat aşacağız. İşte bu olursa başımıza ne gelir? Hayır, hiçbir şey gelmez. Dört parçayız biz. Eskiden, parçalanırken, Kürtler açısından dezavantajdı. Şimdi avantajdır. Bunu bilmek lazım. Rojava’nın durumu avantaj, Rojhilat avantaj var. Başur avantajı var. Bu gerçekleri görmek gerekir. Şunu belirtiyorum, hem Öcalan'ı yakından tanıyan biri olarak hem uzun yıllardır en az 40-45 yıldır takip eden biri olarak vardığım sonuç bu: 27 Şubat sonrası 12. Kongre özgürlük ve demokrasi hareketinin gücünü 5-10 kat arttırdı. Genel anlamda devletlerde bile olumlu yaklaşım var. İşte halk Devlet Bahçeli'nin yaklaşımı… Nereden nereye? 90'lara bakın, 80'lere bakın, Abdullah Çatlı'lara bakın. Oradan buraya. Susurluk’a bakın, oradan buraya. Bunlar önemli gelişmelerdir. Bir bu, bir de işte dünya halkları, bölge halkları nezdinde de farklı bir durum var. Abdullah Öcalan'ın çağrısına, PKK’nin kararlarına filozof, düşünür, sanatçı açıklamalar yapıyorlar. Toplantılar yapıyorlar, konferanslar yapıyorlar ve olumlu karşılıyorlar.    Ancak gerek Kürtler gerekse biraz dogmatikleşen bazı sol sosyalist gruplar da var. Öncelikle bu kesimler bazı böyle anlamayan, doğrudan özgürlük hareketiyle ilişkisi olmayanlar anlamakta zorluk çekebiliyor. Ve günümüzde sanal medyada epey gelişmiş. Akşam oturuyorlar. Koltuklarına tak tak tak devrim yaptılar. Ödediği çok fazla bir bedel yok. O yüzden anlamıyorlar. Bazıları anlamıyor. Anlamadığı için etki altında kalıyor. Fakat bir kesim çok bilinçli Apo düşmanlarıdır. Ne diyorlar? “Apo çıkmasaydı, Kürdistan bizim çöplüğümüzdü, istediğimizi kullanabilirdik” diyorlar. Bunu uzun uzun açabiliriz. Bu kesim iflah olur mu? Ben iflah olacağını sanmıyorum. İlk kez söylemiyorlar. Saldırmak, küfretmek siyaset değildir. Küfretmek çaresizlerin çaresidir. Küfür edenlere söyleyecek fazla laf yok. Aynı eğilim devam ediyor. Hatta kişilerin isimlerini bile sayabilirim. 52 yıllık mücadeledir. En zor koşullarda, Kürt'ün kendisini Kürt olduğunu reddettiği koşullarda çıkan ve onu kurup bu noktaya taşıyan, 27 yıla yaklaşan esaret koşullarında yaşayan, öncülük eden bir kişi yanılmaz. Kimse O’nu yanıltamaz. “Ne yanılırım ne yanıltırım” diyor. Şimdiye kadar O’nu takip eden biri olarak söylüyorum, yanılmaz, yanıltmadı. Özgürlük hareketi büyüktür, Öcalan büyüktür. Mukayese edilemez. Bunu anlasınlar.    Abdullah Öcalan özelde Kürtlerin isyanlarına öncülük eden iki isme vurgu yapıyor. Onların idam sehpasına götürülüşü, oradaki duruşları, bir taraftan aslında sahiplenme niteliği taşıyor. Diğer taraftan da eleştirel gözle de bakıyor. Nasıl okumalı…    Biri Şêx Seîd’dir, biri Seyit Rıza’dır. Cumhuriyet döneminde ilk başkaldırı, direniş liderliğini yapan Şêx Seîd’dir. 1925’te Genç, Palu, Hani, Amed, Elazığ, buralara kadar yayılan bir direniştir ve sonunda esir düşmüştür. Aslında kendisi aynı zamanda bir dini liderdir. Fakat hem onun şahsında, orada bir savcının “Birlikte yemek yeriz” sözü var. Mesela ona inanmıştır. İdam verilirken diyor; hani yemek yiyecektik. Bu aslında devlete kanmadır. Bunu elbette eleştirmek lazım. Bunu eleştirecek ki; Öcalan bugün kendi tutumunu belirlesin. Geçmişi olumlu olumsuz yönleriyle eleştiriye, çözümlemeye tabi tutmayanlar, geleceği kuramaz. Öcalan'ın tarzı budur. Tarih de toplum da bunu diyor. Ama Şêx Seîd’in darağacına giderken, direnişine halel getirmez. O bir direniş, oturup yalvarmamıştır. Sadece biraz inanmıştır. O ne yapar? Siyaset yapmakta saflığını ortaya koyar. Biraz kanma, inanma halini ortaya koyar, siyasette kanmayacaksın, inanmayacaksın. Mesela Öcalan o yüzden sık sık bunu vurgular; “Ben kandırmam, kanmam.” Ama illa birileri kandırırsa, vallahi kötü eder. Bazıları buradan saldırıyor. Hayır, Şêx Seîd’in direnişine saygı var ama geleneksel bir direnişçidir. Kürt geleneksel direnişi hep kaybetmiştir. Zaten Öcalan bunları eleştirdiği için bugünkü çözümleme gücüne ulaştı.    Benzeri durum Seyit Rıza da vardır. O da Dêrsîm geleneğini biraz temsil eder. Dêrsim için şöyle bir söz vardır; “Dêrsim'e sefer olur, zafer olmaz.” Aslında bunlar da buna inanmıştır. Bizimkiler anlatır. ‘37 döneminde işte derler; Dêrsim’e sefer olacak. Bazen uçaklar gider, eski uçaklar işte keşif yapar. Sorarlarmış bunlar nedir? Diyorlarmış; “Devletin kuşlarıdır.” Bu kuşlar ne yapacak? Böyle ya o kuşlar bize ne yapar? Genel eğilim budur. Ben bunu yaşayanlardan dinlemiştim. Dêrsîm Tertelesi’nin ikinci kuşağıyım. Dêrsîm’e sefer olur, zafer olmaz. Ama değişen dünyayı anlamaz. Erzincan Valisi haber gönderir; “Gel anlaşma yapalım.” Sonuçta buna inanarak kalkar, Erzincan'a giderken Muti köprüsünde tutuklanır. İnanır ve Elazığ'a götürülür, idam edilir. İdam edilirken tarihi lafı olan "Ben sizin yalanlarınıza baş edemedim." İşte Muti köprüsünde yakalanması, yalanlarına inanma halidir. Kendisi eleştiriyor. Sonra der ki; “Ama bende sizin karşınızda diz çökmeyeceğim, bu da size dert olsun” der. Ama iş işten geçmiştir. Bunun belgesi de vardır. Bu da bir direnme halidir ama saflık var. Özgürken gidiyor. Abdullah Öcalan bu iki direnişçiye halel getirmez ama ders çıkarıyor ve Kürtlere şu çağrıyı yapıyor; “Bizi kimse kandıramaz.” 27 yıldır İmralı Adası'nda kandıramadılar. Bu bir eleştiridir.   Bir diğer meselede “Judenrat” bu tanımlama üzerinden yapılan eleştirilerde dair de tepki geliştirilmeye çalışılıyor ve buradan doğru da bir saldırı yapılıyor. Bu tepkileri nasıl okuyorsunuz?   Judenrat, aslında “Juden” Almanca Yahudi demektir. Judenrat, Yahudileri koruyan bir birimdir. Bunu Hitler, kamplarda kuruyor. Bunlar gaz odalarına giden Yahudilerin listesini çıkarıyor, çıkarırken kendi ömürlerini biraz uzatıyorlar. Yahudilerin gaz odasına götürülüp, imha edilmesinde ki; bazılarının sonrasında yağlarından sabun yapıldı. Bu süreçte Judenratlar epey rol oynadı. Bunu şöyle de özetleyebiliriz. Örneğin Amed Zindan'ında genç Kemalistler vardır; Şahin Dönmez, Yıldırım Merkit. Her gün çağrı yaparlar; “Teslim olun her şey bitti. İşte Apo Şam'da, bilmem nerede yaşıyor” diyenler ve işkenceye girerler. İşte bunu vurguluyor. Bunlar var mıdır? Elbette vardır. Mesela bir de “mankurtlaşma” diye bir kavram da var. Aslında özdeştir bunlar. Kürtlerde “mankurtlaşma” ya da “judentratlaşma” ya da “Kurdenratlaşma” çok yaygındır. Dolayısıyla bugün ne var? Bunlar var mıdır? Şöyle çevremize bakalım. Bir sürü Kürt, eskiden Kürt yasaktı değil mi? Kürtçülük yasaktı. Bunlar hiçbiri Kürt değildi. Şimdi Kürt varlığı kendisini ispatlamış ya fiilen, dikkat et, her tarafta herkes Kürt. Hatta bu özgürlük mücadelesi yürütenler bazıları asimile olmuş. Kürtçe bilmez. “Sen nasıl Kürt’sün? Kürtçe bilmiyorsun, bilmem ne yapıyorsun” diyorlar. “Biz Kürt’üz” diyor, birkaç kelime de Kürtçe konuşuyor. Onunla ne oldu mesela? Bunlar Judentranlardır ya da Kurdenratlardır.       “Apo ‘çöplük’ dedi Kürtler’e” diyor, hayır Apo sana “çöplük” dedi. Çöplüksün sen, hiçbir bedel ödemedin, hiçbir fedakarlık yapmamışsın, oturmuşsun takır takır yazıyorsun. Düşün aklını başına topla, çöplükten çık. Çöplükten çıkış mümkün mü? Evet, mümkün   İşte çöplük meselesi buna bağlı olarak belirtildi. Çöplük nedir? Her türlü artığın toplandığı yerdir. Kürtler belli oranda bazı kesimler çöplükleşti mi? Evet, var. Birinci Manifestoda hayvanlaşmanın eşiğine getirilme meselesiyle aynı kavramdır. Bu sefer çöplükle ifade ediyor. Çöplük olanlar var mı? Evet, var en çok saldıranlardır. “Apo ‘çöplük’ dedi Kürtler’e” diyor, hayır Apo sana “çöplük” dedi. Çöplüksün sen, hiçbir bedel ödemedin, hiçbir fedakarlık yapmamışsın, oturmuşsun takır takır yazıyorsun. Düşün aklını başına topla, çöplükten çık. Çöplükten çıkış mümkün mü? Evet, mümkün. Epey çıkan vardı geçmişte. Hâlâ var. Burada bir anlayışı, bir eğilimi eleştiriyor. O kavramla eleştiriyor. Öcalan, “Köleye köle diyeceksin” der. Çıkıştan beri felsefesi budur. “Köleye özgür dersen, köle köleliğini kabul eder.” Çöplük olana çöplük diyeceksin. Bazıları biraz çöplük diyeceksin. Bu eleştiridir. Judenrat’a Judenrat, Kurdenrat ise Kurdenrat diyeceksin. “Yok sen çok yiğitsin, çok mertsin” bu Öcalan’ı tarzı değil. O yüzden bugüne geldi. Dolayısıyla bütün Kürtlere, Öcalan dostlarına çağrım şudur. Öcalan’ı daha da anlamak, kavramlara böyle bakmak gerekir.    Sürecin başından itibaren yeni bir paradigmaya işaret ediliyor. Perspektif ve çağrıda vurgulanan dönüşüm, demokratik modernite, demokratik ulus, demokratik toplum kavramları var. Tüm bu kavramlara savunmalar ve perspektif üzerinden bakılırsa, nasıl bir paradigma değişikliği?    Abdullah Öcalan’ın sosyalizm arayışları yeni başlamadı. Önceden de “Sınıf yerine ne koymak lazım?” diye soruyordu. Sunduğu perspektifte, giderek kadın eksenli sosyalizm arayışında ısrarlı olduğu görülüyor. Şunu da diyor; “Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır”. Şimdi esaret altında ise bu arayışları, bu değişim, dönüşümleri tam bir sisteme ulaştı. Yine Öcalan’dan bir alıntı yapayım. Şunu söylüyor; “Dışarıda çok büyük pratik içindeydim. O pratik kavramlaşmayı geliştirmeme engel oldu. Anlam üretmede zorlandık” diyor. Hâlbuki reel sosyalizm gidince ideolojik zemin boşalıyor. Neye dayanarak gidiyor? İşte sosyalizm arayışı artı bir ulusal duygu, düşüncenin gelişmesi bir ulusal problemdir, aynı zamanda Kürt problemi. Öcalan, "Zindanları ben inziva gibi değerlendirdim" diyor. Öcalan için İmralı Adası bir inziva adası. İnziva nedir? Ortadoğu kültürüne, yukarı Mezopotamya kültürüne dikkat edin. Bütün peygamberler mağaralara inzivaya çekilmiştir. Zerdüşt’ün 10-15 yıl mağarada yaşadığı söylenir. Orada yoğunlaşır. İşte bir hırka, bir lokma felsefesi, dervişlik kültürüdür. Öcalan 27 yıla yaklaşan bir süreçte bunu yaşıyor. İmralı Adası’nı bir tutsaklık yeri değil, bir inziva yeri olarak tanımlıyor. Çünkü zaten cezaevleri anlam üretme yeridir. Anlam nedir? Toplumu anlamak, varlığı anlamak ve onu geliştirmektir. Toplum anlamdır, evren anlamdır. Eskiden çıkış, reel sosyalizm dağılmış. Olmuyor.    Değişimi gerçekleştirdi aslında. En son 2010'da 5’inci savunmayı gerçekleştirdi. Bu özgürlük hareketinin yeni paradigmasıdır. Dikkat edin, son çağrının başlığı bile buna atıf yapıyor. Barış ve demokratik toplum, topluma çağırılıyor. Demokratik toplumun özü komün demektir. Devletin yerine komün ikâme etti. Bu komün giderek büyüyerek işte Meclisler ve benzeri Demokratik Konfederasyona kadar gider. Tabandan örgütleme, ilk toplumsal yapı klan da oluşurken tabandan başlıyor. Aslında oraya dönüyor. Tepeden değil, mesela 2010'larda tepeden meclisler hızla kuruldu. Şimdi diyor; tabandan önce çekirdeği kur, adım adım statünü kazan. Kendini değiştir, dönüştür. Devleti de değiştir, dönüştür. Devlete değiş demiyor. Değişirse iyidir. Aslında çağrı budur: “Devlet değişmiyorsa bile sen değişeceksin” diyor. Aslında PKK’nin feshi budur. Niye? PKK, soğuk savaş yıllarının partisidir. Leninist ya da Bolşevik parti modeli biraz ağırlıktır -Yüzde 100 değildir-. İşte nedir? Kadrosu vardır biraz da illegal olduğu için emir talimata göre yürür. İsyan-inşa birlikte yürümüyor. Bu görüldü. PKK, isyan örgütüdür. İsyan hız ister, büyük öfke, çabukluk ister. İnşa tabandan, yerelden başlayarak, komünden başlayarak adım adım sabırla, istikrarla, inatla kurmaktır. İşte yeni paradigma budur. O yüzden çağrısı komündür. ‘Komünle değişerek, devleti de değiştir’ der. Burada devlet+demokrasi der. Devlet, komünün kurulmasına engel olmayacak. Komün de devlete bulaşmayacak. Buradan uzlaşma çıkar, demokratik uzlaşma da budur. Dolayısıyla yeni süreç böyle akacak.    PKK kendini feshetti. Bu güçlerin, buradaki insanların demokratik siyaset yapmasının önü açılmalıdır. Başka bir şey istemiyorum. Kürtlere dil mi lazım? Kendileri okulunu kuracak, devlet engel olmayacak. Akademiler mi lazım, üniversiteler kuracak. Toplum budur. Toplum kendi ihtiyaçlarını adım adım kurarak, komünle bütün ihtiyaçlarını karşılarsa, öbür tarafta devlet varmış, istediği kadar devlet olsun. Beni çok ilgilendirmez. Ben işime bakıyorum. Bu yeni bir başlangıçtır. Yani 27 Şubat çağrısı yeni bir başlangıçtır, bu yeniden kendini kurmalıdır. Özü de komündür. Birey olarak sen değiş, komünü kur, değiştir ve devleti değiştir. Özü bu diyalektiktir. 52 yıllık birikim, Kuzey Kürdistan’da gelişen birikimdir. Bunu unutmayalım. Yine PKK Kurucu Önderinin 52 yıllık mücadele trafiğini hiç kimse hafife almasın. Hafife alanlar diyorum ya onu izleyen biri olarak çok kötü çarpılırlar.    Herkes insandır, bireydir, yaşamdır. Bu çağrı da aslında yaşatma çağrısıdır. Yaşama çağrısıdır. Dolayısıyla Öcalan’ın hep felsefesi yaşatmadır. Ama özgür yaşamdır, “Yaşa da nasıl yaşa?” değil, özgür yaşamdır. “Direnmek, yaşamaktır” sloganı buradan çıkar. Yaşamak, direnmek değildir. Herkes yaşayabilir. Kuşlar da yaşıyor. Direnerek, özgür yaşamı kurarak yaşamak, özgür topluluğu kurarak yaşamı savunur. Dolayısıyla Kürtler tarihin en önemli dönemini yaşıyor. Halklarla ilişki kuruyor. Aslında bu çağdaş Med hareketi olma özelliği var. Ve kendisini değiştirerek, egemenlik altında alan devletleri değiştirecek. Bu devletler değişirse Ortadoğu değişecek, Ortadoğu değişirse dünya değişecek. Birlikte yaşayalım, hepimize yeter. Kuşlara, kurtlara da yeter, çünkü canlılar yaşarsa, biz yaşarız, buradan da ekoloji çıkar. Kadın ekolojisttir. O halde kadın eksenli bir özgürleşme, bir toplum kurmayı istiyor. Ekoloji ile kadın karşıt değildir, aslında erkekleşme anti ekolojisttir.   Perspektifteki bir diğer vurgu da sosyalizm ve reel sosyalizm eleştirisi. Yeni süreçte bir sosyalist kimliğin inşası üzerinde önemle duruyor. Ancak hem reel sosyalizm eleştirisi hem de Kürt hareketi sosyalist olamazmış gibi bir tartışma yürütüldü. Bu çağrıdaki sosyalizm vurgusu nedir, neden Abdullah Öcalan bir kez daha sosyalizmi ön plana çıkartıyor?   Aslında toplum sosyalist, sosyalizm Karl Marx'ın, Engels’in bir icadı değil. Kendisi de bunu söylüyor. Marx da bunu söylüyor. “Biz sosyalist diyerek, yeni bir şey icat etmiyoruz. Tarihte var olan bir şeyi gündeme getiriyoruz”. Komünizm nereden gelir? Kom'dan gelir. Komünizm yani komüncülük demektir. Kom, toplum demektir. Yukarı Mezopotamya Kürdistan’dır. Örneğin, Paris Komünü belediyedir. Peki, o nasıl oraya gitti. Fransızlar, İtalyanlar Aryeniktir.   Kökenleri Latince'dir. Latince Aryen dillerinin batıdaki çekirdeğidir. İşte orada iki eğilim var. Bir İtalyanca yani Latince, artı Fransızca, İspanyolca, Portekizce, oradan Latin Amerika'ya yayılır. Kuzey’de ise Flamanca, Almanca, İngilizce ve benzeri Aryenik toplumdur. Bir de doğusu var. Birçok kişi diyor “özgürlük hareketi sosyalist değildir”. Niye? Toplum çok kullanıyor. Sosyalist demiyor. Sosyalizm, toplum demektir. Ancak şöyle bir gerçek var. Marx bir de şunu söylüyor; "Ardıllarım beni aşmalıdır" diyor. "Ben bir doğma değilim" diyor. Buradan bakınca aslında Abdullah Öcalan çağdaş Marx’tır. Aşıyor. Yeniden yorumluyor. Toplum yorumdur, anlam yorumdur. Marx sınıfı esas aldı. Niye aldı? Marx, Almanya, Fransa, Londra'da, İngiltere'de yaşadı. Engels onun ayak izlerini takip etti. Lenin bundan etkilendi. Ekim Devrimi yaptı. O dönem insanlık tarihi açısından bugünkü bilgilerin kırıntısı bile yok. Komün aslında oradan komünizmi türetiyor. Şimdi bunun üzerine yeniden kendine sosyalist diyenleri yeniden düşünmeye davet ediyorum. Tarih Sümer'le başlamaz. Göbekli Tepe'yi incelesinler.     Şunu bilsinler; Kürtler insandır, her insan gibi sanat da yaparlar, teori de üretirler, düşünce de üretirler. Fizik de yaparlar, matematik de yaparlar. Nedenleri var? Önderlik belirtiyor; devletçi sosyalizm özgürlüğe götürmez. Toplumsal sosyalizm özgürlüğe götürür.    Güney Kürdistan'daki mağarada 65 bin yıl öncesine dayanan mezarları incelesinler. Urfa, Mardin, Amed tarihsel altı üçgeni izlesinler. Ne görürler acaba? Bunlar Marx, Lenin döneminde yoktu. Dolayısıyla Avrupa'da kapitalist moderniteden etkilendiler. Tarihi Sümer’den başlattılar. O yüzden de işte endüstriyalizmi tarihi bir gelişme olarak değerlendirildiler. Ama Marx diyor; “Ben aşılmalıyım. Ardıllarım beni aşacak.” Bunlar ardılı falan değil. Bunları tekrarlayıp duruyor. Tekrarlıyorlar, 70 yıl sonra reel sosyalist sistem darmadağınık oluyor. Dönüp neden dağıldı bakmıyor? Proletarya denen sınıf geldi, iktidar oldu. Bürokratlaştı, burjuvalaştı. Bürokrasi burjuvalaştı. Marx'ın sözüdür; “İnsan içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullara göre davranış kazanır.” Aşağı yukarı meâl böyledir. Öcalan ne diyor? Tarih bir birikimdir. Tarih kılanla başlar. Toplumsallaşma, insanlaşma, kılanlaşma ile başlar. Bu en az en az 1 milyon, bazı evrensel verilere göre 3 milyon yıl öncesine kadar dayanır. Toplum bu yüzden maddi bir varlık değil. Toplum sübjektif bir varlıktır ve metafiziktir. Dinler neden hala çok güçlü bunu incelesinler. İnsanlar ekonomik bir şey için ayaklanmıyor ama din için ayaklanıyor. Baksınlar El-Kaide örneğine. Emperyalizm yarattı demek düz mantıktır. Elbette kapitalist moderniteyle bağı var. Öcalan’ı okusunlar, ön yargısız okusunlar. Bazı kesimler “Öcalan’ı köylü parçası, Amaralı bir yoksul köylünün çocuğudur. Üstelik Kürt'tür. Kürt ne anlar teori üretmeden, düşünce geliştirmeden?” diyor. Hatta o yüzden çoğu, “Öcalan’a birileri metin veriyor” diyor. Öyle düşünenler var. 52 yıl sonra hala onu düşünüyorlar. Yaklaşık 27 yıldır bir ada hapishanesinde hala Mossad’ın bilgi gönderdiğini düşünenler var. Hem Marksist hem buna inanıyor. Bilime inandığını söylüyor. Mümkünatı var mı? Hiç mi televizyonlarda Öcalan’ı dinlemediler. Öneririm o eski videolarını dinlesinler. Şunu bilsinler; Kürtler insandır, her insan gibi sanat da yaparlar, teori de üretirler, düşünce de üretirler. Fizik de yaparlar, matematik de yaparlar. Nedenleri var? Önderlik belirtiyor; devletçi sosyalizm özgürlüğe götürmez. Toplumsal sosyalizm özgürlüğe götürür.    Ama Önderlik son dönem niye bu kadar çok gündeme getirdi? Dünya genelinde sosyalizm kavramı yaygınlaştı. Burada Marx, Engels, Lenin'in çabalarının altını çizmek lazım. Ve bu kavram birleştiriyor. Kongreye sunduğu perspektifte bir enternasyonelin toplanmasını da öneriyor. Temel nedeni budur. Ama bir de bunu kadınla özdeşleştiriyor. “Bir erkeğin sosyalist olup olmadığı kadınla konuşmasından bellidir” diyor. Niye kadın? Niye sınıf değil? Niye kadın? Çünkü iktidarın, devletin, ilk sınıfsallaştırdığı, köleleştirdiği kadındır. Niye kadın hedeflendi? Çünkü kadın demokratik toplum ya da sosyalist toplumdur. Hatta özellikle, “Sosyalizm kendisi demokrattır. Demokrat dememek lazım” diyor. Ama farkı koymak için demek zorunda çünkü herkes dünyada sosyalist. Hatta belki Suudi Arabistan Kralı da yarın kendisini sosyalist ilan edebilir. Farkı koymak için demokrasi diyor. Demokrasinin Öcalan’da bir anlamı vardır. Bu Kürt toplumunda da epey karşılıklı buldu. Önce kadın düşürüldüğü için, sınıfsallaştığı için, sınıfı aşmak için, kadını yeniden hak ettiği, demokratik topluma çekmek içindir. Oradan başlar. Kadına vurgu yapmasının temel nedeni de budur. Çünkü kadının gerçek anlamda toplumsallaşması demokratik topluma giden esasın, özün açığa çıkmasıdır.    Tam da bu noktada perspektifte ortaya çıkan kadın köleleştirmesini sormak istiyorum. Abdullah Öcalan Kadın Kurtuluş İdeolojisi’ni ortaya koyan “Jin, jiyan, azadî” felsefesini yaratan ve birbirini takip eden bilinen bir gerçeklik var. Bu fikriyat Kürtleri, kadınları ve erkekleri nasıl değiştirdi?   Elbette Kürt toplumunu, erkeğini epey değiştirdi. İktidar, devlet bir bütündür. Birikimleri var, günümüz kapitalist devlet ile Sümer devleti arasında bir fark yoktur. Çünkü proto devletler Urfa, Mardin, Amed hattında kurulmuş. Göbeklitepe de bunun bir nişanesi gibi duruyor. Devlet öncesi dönemde toplum varlığını inşa eden, geliştiren her dönemde kadının rolü tartışılmaz. Ama toplumsallaşmaya ilk ihtiyaç duyan kadındır. Neden? İktidar erkekleşmedir. Bunun da bir sürü nedeni var. Fakat birilerinin erkekleşerek kabileye hükmetmesi var. O zaman ikiye ayrılır kabile. Biri onu yöneten, zorla yöneten, biri de altta kendi komün yapısını sürdürmeye çalışıyor. Sınıfları, tabakaları çatıştırmak için önce kadın düşürülür. Sınıfsallaştırılır, sömürgeleştirilir. Daha sonra başka sınıflar oluşur. Maddi, manevi sömürü böyle geçer. Devlet böyle güçlenir. Etkili hale gelir. Şimdi toplumda yeniden dönüş ama bu dönüş eski tarza dönüş değil. Mevcut içinde bulunduğumuz koşullara göre toplum yeniden bütünlüklü hale getirip, işte ahlaki, politik toplum inşa edebilmek için öncelikle kadının düşürülmüş haline son vermektedir ve Öcalan bunu yapmıştır. Şu anda Kürt kadını bölgeyi etkileyen, dünyayı etkileyen ve giderek erkeği belli oranda değiştirip, dönüştüren ama hala işin başında olduğunun altında çizmek lazım. Kolay değil, binlerce yıllık bir geçmiş. Simgesel anlamda 5 bin yıldır, Sümer deniyor ama benim tahayyülüme göre 10 bin yıl, 12 bin, 13 bin yıl önceye kadar uzatılabilir. Tarih derinleştikçe bunu daha iyi görebileceğiz.  Şimdi binlerce yıllık bir iktidar kültürü birikmiş. Onun kurumsal hali devlet kurumsallaşması ortaya çıkmış. Bunu değiştirme, dönüştürme ancak kadın ekseninde gerçekleşir. O yüzden Öcalan’ın sözüdür; “Kadın özgürlüğü toplumsal özgürlüğün düzeyini belirler.”    Bu yeni söylenen bir şey değil. Savunmalarda var. Yıllardır çokça da Kürtler bir sözü tekrarlar. Kadının özgürlük düzeyi toplumun özgürlük düzeyini belirler. Aslında bu Kürt gerçeğinde çok net gözükür. Rojava'da çok net gözükür. Dikkat edin. Bu koşullarda bile hala Rojava'nın durumu öyle çok da rahat değil. Her an çatışmaların da yaşadığı bir ortam ama burada çok asgari düzeyde demokratik toplum gerçekleşmiş. Ama dünyayı bölgeyi cezbediyor ama biz daha işin başlangıcındayız. Paradigma değişimi, yeni başlangıç derken aslında bunu kastediyor. Artık resmen, fiilen demokratik toplum inşa edilmiştir ve kadın eksenlidir. Paradigmasal değerler, yeni paradigmalar değerler ekseninde kendi sempatizanlarına, kendi taraftarlarına, hatta kendi örgütüne bu çağrıyı yapıyor. Bu paradigmaya inanan, her alanda geliştirmek isteyenler için, demokratik toplumu kurmak için kadın olmazsa olmazdır. Bunun altını çiziyor. Ve bu anlamda kadınla ilişki sosyalist ilişkidir. İlişki düzeyi, ilişkinin içeriği, niteliği O’nun ne kadar sosyalist olup olmadığını açıklayabilir. Genelde erkek erkekleştikçe, kadını beğenmez. Düşünmez. Kadın niye çok konuşuyor? Çünkü kadın ayrıntı toplamıdır. Kurarken bütün ayrıntıları derin düşünür. Erkeğe göre erkek düzleyicidir. Kadın çok konuşuyor diyor, “dır dır yapma” der. Aslında orada nedir? Özgür toplumda müdahaledir. Erkek müdahalesidir. Günlük yaşantıda kadınlar bunu yaşar. O yüzden erkeğe şunu demek lazım. Kadınları dinleyin. Sabırla dinleyin. Sabrettikçe demokratik toplumu kurabilirsiniz. Özgür toplumdan yana olan, özgür birey olmak isteyen, Öcalan paradigmasına inananlar, kadını daha fazla dinlemeli.   Bütün meselenin aslında düğümlendiği nokta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın özgürlük meselesi. Çalışma koşulları, bununla direkt bağ kurabileceği ve inşayı gerçekleştirebileceği alanın yaratılması. Bu noktada nerede duruyoruz? Devlet nerede duruyor?       Öcalan'ın 27 Şubat'taki bir çağrısı neler yarattı? Şunu düşünelim. Öcalan özgür, örneğin Amed’de sokakta yürüyor. Bu ne yaratmaz ki? Bu özgür duyguyu, düşünceyi, ruhu, demokratik özgür anlamda değiştirir.    Bu süreç Öcalan'ın özgürlüğüne kadar gideceğe benziyor, var sayılıyor. Başta Kürt özgürlük hareketi olmak üzere Kürt toplumu, bütün parçalar ve Diaspora şunu bilmeli. Devlete güvenmemek, temkinli olmak ama dönüşerek, değiştirerek, mücadele ederek, devleti değiştirip dönüştürebileceğine inanmak önemlidir. Öcalan'ın özgürlüğünün de buradan geçeceğini bilmek lazım. Yoksa mevcut durumda Bahçeli ne dedi? Devlet yetkilileri ne dedi? Acaba Ada’da Abdullah Öcalan'la ne konuştu? Acaba adım atar mı atmaz mı? Buraya çok odaklanmak demek, niyet anlamında söylemez ama fiilen Öcalan'ın tutsaklığının devamına onay vermektir. Başta Kürt toplumu olmak üzere, Öcalan paradigmasına inanan, Kürtlere dost olan, Türkiye'nin demokratikleşmesi, değişip dönüşmesini isteyen Türkiye halkı, toplum ve onun o toplumun içerisindeki çeşitli bileşenler, farklılıklar, Kürdistan’da bu vardır. Asuriler, Süryaniler, Keldaniler, Türkler, Aleviler, Sunniler, Hristiyanlar; özgür bir yarın, özgür bir toplum, özgür bir yaşam istiyorlarsa, bunun ilk şartı Öcalan’ı özgür kılmaktır. Şu bile önemli değil midir? Öcalan'ın 27 Şubat'taki bir çağrısı neler yarattı? Şunu düşünelim. Öcalan özgür, örneğin Amed’de sokakta yürüyor. Bu ne yaratmaz ki? Bu özgür duyguyu, düşünceyi, ruhu, demokratik özgür anlamda değiştirir. Bu anlamda Öcalan'ın özgürlüğü her türlü mücadelenin merkezinde olmak durumdadır. Öcalan'la buluşmak gerekir. Bütün halklar, bütün toplumlar, bütün insanlar, hatta devletler buluşmalı. Devletlerin de özgürleşmeye ihtiyacı vardır. Ama devlet kısaca devletin başkanı olmuştur. Onu kaybetmemek için gece bile rahat uyuyamıyorlar. Her devletin başına dikkat edin, özgür gezemez, değil mi? Bu aslında farkında değil. Bir köleliğin değişik versiyonudur, değişik türüdür. Özgür olması, Öcalan'ın felsefesini yeniden incelemeleri, okumalarını herkese öneririm. 52 yıldır sıfırdan alıp inşa ederek bugüne getiren PKK Kurucu Önderi Abdullah Öcalan’ı anlamak lazım, güvenmek lazım. Ama anlayarak, pratikleşmek gerekir. Komün kurmak gerekir. Demokratik hakkını kullanarak geliştirmek lazım. Başarmak lazımdır.   MA / Dicle Müftüoğlu - Berivan Altan