MÛŞ - Lübnan’daki kadınların bir yandan yaşam bir yandan da çatışmalı süreçlerde hedef alınan kimliklerinin mücadelesini verdiklerini belirten feminist Roula Zeaiter, "Kadınlar arası dayanışmanın önemini her geçen gün daha da derinden hissediyoruz" dedi.
Toplumsal krizin büyüdüğü Lübnan’da, 2025 yılı çatışma ve katliamlarla geçti. Bir yandan HTŞ’ye bağlı grupların Suriye topraklarından Lübnan sınırına yaptığı saldırılar diğer yandan İsrail’in Filistin’e dönük saldırılarının tam ortasında kalan kadınlar, yaşamlarını adeta savaşın içinde sürdürdü. Kamusal hizmetlerin neredeyse durma noktasına geldiği, şiddetin her biçimini meşrulaştıran toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleştiği bir ortamda kadınlar, hem kendileri hem de savaştan dolayı ülkeye göç etmek zorunda kalan kadınlar için mücadeleyi elden bırakmadı.
Lübnanlı feminist aktivist Roula Zeaiter ile kadınların yaşadıklarını ve mücadeleye dair konuştuk.
ÇATIŞMALAR EV İÇİ ŞİDDETİ ARTTIRDI
Ülkedeki kadınların yıl içerisinde hem özel alanda hem de kamusal alanda şiddete maruz kaldığını belirten Roula Zeaiter, bu şiddetin çatışma dönemlerinde ise arttığını söyledi. Roula Zeaiter, “Birçok kadın bu dönemlerde askerler veya silahlı gruplar tarafından şiddete uğradı. Yerinden edilmenin yarattığı baskılar nedeniyle ev içi şiddet de önemli ölçüde arttı” dedi.
EKONOMİK ŞİDDET YAYGINLAŞTI
Savaşın bir getirisi olarak istikrarsızlık ve ekonomik krizin kadınların üzerindeki yükü daha da ağırlaştırdığını dile getiren Roula Zeaiter, pek çok kadının, nitelikli iş ya da güvenilir destek mekanizması bulunmaması nedeniyle ailesini geçindirme, çocuklara bakma ve temel ihtiyaçları karşılama gibi ek sorumlulukları üstlenmek zorunda kaldığına dikkati çekti. Roula Zeaiter, “Ekonomik şiddet de yaygınlaştı. Ücretlerin ödenmemesi, kadınların mali kararlara katılımının engellenmesi ve özellikle giderek zorlaşan koşullar altında çalışma haklarına erişimlerinin kısıtlanması, bu şiddet biçimleri arasında yer aldı” diye belirtti.
SAVAŞIN DİĞER ETKİLERİ
Kadınların fiziksel ve psikolojik sağlıklarının ciddi biçimde kötüye gittiğini belirten Roula Zeaiter, kadınların hukuki ve sosyal olarak korunamadıklarını söyledi. Roula Zeaiter, “Yerinden edilme, sürekli korku, güvensizlik ve şiddete maruz kalma, derin duygusal sonuçlar bıraktı. Birçok kadın travma, kaygı bozukluğu, depresyon ve sürekli bir istikrarsızlık ile tehlike hissi yaşadı. Hukuki ve sosyal koruma sistemleri de zayıfladı. Devlet kurumlarının çökmesi ya da işlevsizleşmesi ve gerçek destek mekanizmalarının yokluğu nedeniyle pek çok şiddet vakası ya bildirilmedi ya da çözümsüz kaldı. Bu da kadınların toplumsal alandan dışlanarak marjinalleşmesine yol açtı. Kısacası Lübnanlı kadınlar savaşı ve krizleri sadece yaşayıp geçmediler. Yerinden edilme, şiddet, güvenlik ve istikrar kaybı, artan yükler, ekonomik ve sosyal zorluklar ile psikolojik travmalarla yüzleştiler. Buna rağmen, son derece zor koşullar altında dahi ailelerine bakmaya ve günlük yaşamı sürdürmeye devam ederek önemli oranda bir direnç ve uyum kapasitesi sergilediler. Siyasal, ekonomik, güvenlik, toplumsal ve hukuki krizlerin iç içe geçmesi nedeniyle birçok kadının günlük yaşamı, onurunu koruma, güvenliğini sağlama, temel ihtiyaçları temin etme, ailesini koruma ve çocuklarının geleceği için bir umut kırıntısını muhafaza etme mücadelesine dönüştü. Güçlü, koruyucu mekanizmaların yokluğunda, pek çoğu kendi kararlılığına, dayanıklılığına ve sınırlı destek ağlarına, ailelerine, yalnızca kısıtlı yardım sunabilen sivil toplum kuruluşlarına ve kendileri de temel ihtiyaçları karşılamakta zorlanan yerel topluluklara başvurmak zorunda kaldı. Bu durum, hayatta kalma mücadelesini yalnızca maddi bir varoluş çabası olmaktan çıkarıp, aynı zamanda insanlıklarını ve kronik kırılganlık içindeki bir ülkenin toplumsal dokusunu koruma çabasına dönüştürdü” ifadelerini kullandı.
TOPLUMSAL DOKUDA KADININ ROLÜ
Lübnan’ın tarih boyunca bir çekim merkezi olduğunu söyleyen Roula Zeaiter, ülkenin 20’nci yüzyılın başlarında Ermenilerden başlayarak, zulüm ve soykırımdan kaçan Asurî, Filistinli ve Kürt topluluklara kadar pek çok grubun göç ettiğini dile getirdi. Lübnan’ın kozmopolit yapısına işaret eden Roula Zeaiter, “Lübnan, birlikte yaşam ve tamamlayıcılık temelinde şekillenen, çok kimlikli bir toplumun oluşmasına katkı sağlamıştır. Bu çeşitlilik yalnızca demografik bir gerçeklik değil, aynı zamanda Lübnan kimliğinin şekillenmesinde temel bir unsur haline gelmiştir. Gelen toplulukların yerel halkla bütünleşmesi, sosyal açıdan zengin bir ortam yaratmış, dayanışma, açıklık ve kolektif hareket etme değerlerini güçlendirmiştir. Bu durumun kadınlar açısından da özel yansımaları olmuştur” diye belirtti. Kadınların bu çok kimlikli yaşamda önemli rol üstlendiğini dile getiren Roula Zeaiter, “Lübnanlı kadınlar, farklı kültürlerle temas ve toplumsal ilerleme, kolektif hafızanın korunması ve travma sonrası yaşamın yeniden inşası gibi değerlere dayalı etkiler sayesinde, toplulukları içinde liderlik ve katılım için daha geniş katılımlarda bulunmuştur. Hem Lübnanlı olan hem de Lübnan’a yerleşen kadınlar, destek ağlarının kurulmasında, eğitimin ve yurttaşlık bilincinin teşvik edilmesinde, sosyal ve insani girişimlerin liderliğinde kilit roller üstlenmiş ve kriz dönemlerinde toplumsal bütünlüğe önemli katkılar sunmuştur. Bu çeşitlilik kadınların Lübnan’daki toplumsal dokunun merkezindeki rolünü pekiştirdi” dedi.
DAYANIŞMA VURGUSU
Lübnanlı kadınların hem ülke içerisinde yaşayan farklı kimliklerle hem de dünyadaki kadın hareketleriyle kurduğu dayanışma ağlarına değinen Roula Zeaiter, şöyle devam etti: "Bu dayanışma, sivil ve feminist katılım için alan yarattı. Konferanslara katılım, kampanyalar, kadın hakları savunuculuğu, şiddetle mücadele çalışmaları, yasal reform çağrıları ve mülteciler, azınlıklar gibi marjinalleştirilmiş grupların seslerinin yükseltilmesi bu çabalar arasında yer aldı. Ayrıca dayanışma, kadınların deneyimlerindeki çeşitliliği de görünür kıldı. Filistinli ve Kürt kadınların yerinden edilme, mücadele ve direniş deneyimleri, bazı Lübnanlı kadınların bilincinin bir parçası haline geldi. 'Kadınlık' kavramını yalnızca yerel bir çerçeveden çıkararak daha geniş, bölgesel ve insani bir bağlama taşıdı. Ancak pratikte bu etkinin düzeyi kadından kadına farklılık göstermektedir. Her Lübnanlı kadın diğer kadınların mücadelesine dahil ya da bu mücadelelerin farkında değildir. Dayanışma daha çok aktivistler, sivil toplum kuruluşları ve kültürel ya da toplumsal hareketler çevresinde yoğunlaşıyor. Toplumun geneline yeterince yayılmadı. Bu kesimler meseleye mesafeli durabiliyor ya da bunu bir öncelik olarak görmeyebiliyor. Şiddetle ilgili konular, özellikle ev içi şiddet, dijital şiddet ve topluluk düzeyindeki şiddet gibi yeni biçimler halen toplumsal damgalamayla çevrili. Bu durum, birçok kadının konuşmaktan ya da maruz kaldığı istismarı bildirmekten çekinmesine yol açıyor. Ayrıca, koruma yasalarının etkili biçimde uygulanmasında ciddi eksiklikler bulunuyor. Mevzuat mevcut olsa dahi, uygulama ve hesap verebilirlik çoğu zaman zayıf kalıyor. Ekonomik ve toplumsal kriz de bu tabloyu derinleştiriyor. İnsanlar günlük hayatta kalmaya ve temel ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanırken, şiddetten korunma ya da kadınların güçlenmesi gibi konular geri plana itilebiliyor. Bu sebeple kadınlar arası dayanışmanın önemini her geçen gün daha da derinden hissediyoruz."
MA / Ceylan Şahinli

